Ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, Beethoven Akademisi’nin Uluslararası Beethoven İnsan Hakları, Barış, Özgürlük, Yoksullukla Mücadele ve İçselleşme Ödülü’ne layık görüldü.
Fazıl Say’a ödülü Almanya’nın Bonn kentindeki Kreuz Kilisesi’nde cumartesi akşamı düzenlenen törende verildi. Say törende yaptığı konuşmada Türkiye’de meydana gelen terör saldırılarına dikkat çekerek terör kurbanlarını andı. Konuşmasında dünyada terör nedeniyle zor zamanlar yaşandığına ve Halep’te devam eden iç savaşa değinen Fazıl Say, daha sonra Kara Toprak adlı eserini seslendirdi.
Fazıl Say ödül töreni öncesinde de DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
Beethoven Akademisi’nin Uluslararası İnsan Hakları, Özgürlük ve Yoksullukla Mücadele Ödülüne layık görüldünüz. Siz çok sayıda sanatsal ödüle layık görüldünüz ama bu toplumsal karşılığı olan bir ödül. Sizin için ne anlam ifade ediyor böyle bir ödüle layık görülmek?
Fazıl Say: Çok gurur verici. Tabii ben bir müzisyen olarak, bir besteci ve bir yorumcu olarak bütün hayatımı geçirdim. Türkiye’de klasik Batı müziğini veya Türk müziğinden esinlenmiş bestelerimi Batı ülkelerinde tanıtarak o köprü kurucu, köprü oluşturucu müzisyenlerden biri olarak sayıldım hayatım boyunca. Dolayısıyla bu tarz bir kültürlerarası diyalog ödülünü, aynı zamanda da toplumsal bir ödülü bana verdiklerini düşünüyorum.
Siz eserlerinizde Türkiye ile ilgili konuları ve ezgileri kullanıyorsunuz ve bu şekilde Türk ezgilerinin geniş bir kitle tarafından tanınmasını sağladınız. Dünyadaki dinleyici kitleniz bu ezgilerden ne kadar hoşlanıyor ve bu Türkiye’de ne kadar biliniyor?
Fazıl Say: Benim yaptığım eserlerde şehirlerden esinlenmişliğim var, İstanbul senfonisi gibi. Dört Şehir Sonatı gibi, Sivas, Bodrum, Hopa, Ankara gibi. Ya da Mezopotamya Senfonisi gibi. Ya da şairlerden esinlenmişliğim var. Nazım Hikmet üzerine olan oratoryo, İlk Şarkılar’daki bütün şairlerimiz. Metin Altıok, Cemal Süreyya vs.. Memleketimin kültürü, müziği, şehirleri ve doğasının esin kaynağı olduğu eserlerimi, yurtdışında, ben dünyanın her yerinde, orkestralarla ya da solo olarak çaldım. Tabii her yerde başarı kazanmıştır bu eserler. Sonuçta ben bir Türk bestecisiyim ve Türkiye’den bir şeyler getiriyorum. Tabii şu yanlış olurdu: Benim şimdi bir Orta Avrupalı gibi, bir Hollandalı ya da bir Avusturyalı gibi müzik yapmam asıl yanlış olan olurdu. Ben bir Türküm ve Türk gibi müzik yapıyorum. İnsanlar da bunu böyle kabul ediyor. Şimdi buraya, Almanya’ya Çin’den bir müzisyen gelse bu Çinli müzisyenin bir Alman müziği mi yapmasını istersiniz, Çin müziği mi yapmasını istersiniz? Çünkü Çin’den gelmesinin bir anlamı olması lazım.
Bu ödül ilk kez Suriyeli bir sanatçıya verildi. Türkiye’de zaten çok çeşitli, zengin bir müzikal kültür var. Mültecilerin, göçmenlerin Türkiye’ye gelmesi bu müzikal kültürü daha da zenginleştirdi mi ya da gelecekte zenginleştirecek mi?
Fazıl Say: Röportajı yaptığımız bugünden geleceğe yönelik kehanetlerde bulunmak yanlış olur. Şu gün gördüğümüz, tamamen yerle bir olmuş bir Halep var. Hala devam etmekte olan Suriye’de pek çok aktörün rol aldığı bir tür iç savaş tarzı bir şey var. Bunun Türkiye’de çok büyük yansımaları var. Bunlar hepimizin basından takip ettiği ve endişelenerek takip ettiği, pek çok terör ve terörizme de konu olan, günümüz dünyasının bir numaralı konusu. 10 yıl sonra bu durum nereye varır? Almanya’daki mülteciler, şu anda Türkiye’de sayısı 3 milyondan fazla olan mülteciler ne olur? Bunun tahminini yapmak sıradan insanlar için çok çok zor. Milyonlarca insan arasından müziğe çok yetenekli olanları vardır, müzik için çok çalışanları, çok güzel müzik yapacak olanları vardır. Olmaması zaten mümkün değil. İnsan müzikle beraber bütünleşmiş bir varlık.
Müzik kültürlerin birbirini anlamasına katkı sağlayabilir mi?
Say: Elbette ki. Benim hayatım zaten bunun üzerine kurulu. 5 yaşından beri hem piyano çalan hem de beste yapan bir insanım. Avrupa’da eğitim gördüm. Türkiye’de de eğitim gördüm. Türkiye’de çok değerli hocalardan eğitim gördüm. Türkiye’de birçok şehirde Mozart’ın, Beethoven’ın, Chopin’in eserlerini çaldım. Hatta bazı şehirlerde ilk klasik müzik konseri verdiğim de oldu. Köylerde de… Ve yurtdışında bir klasik müzikçi olarak az sayıda tanınan Türklerden biri oldum. Dolayısıyla bu büyük bir sorumluluktur aynı zamanda benim hayatımda. Gençlere yol göstericiliktir, onlara tünel açmacılıktır. Pek çok unsuru beraberinde taşır.
Peki sanatı ve siyaseti birbirinden ayırmak mümkün mü?
Fazıl Say: Bu sorunuza da bugün itibariyle yanıt vermemiz zor.
İstanbul’da Bir Kış Sabahı, adı resimler, görüntüler çağrıştıran bir eser… Bu eseri bu resmi yaratmak için mi bestelediniz?
Fazıl Say: Şöyle söyleyeyim, gerçekçi olayım. Günümüz İstanbul’u eskisi gibi değil. Geçen yüzyıllardaki, on yıllarca öncesindeki gibi güzel, romantik, nostaljik o İstanbul şehri yok. 16 milyonu geçmiş nüfusu ile betonarme, büyük çoğunluğu sitelerden, apartmanlardan, betondan oluşmuş çirkin bir şehre dönüşmüş durumda. Biz bu şehirde geçmişin o güzel anılarını, resimlerini, kayıkhanelerini, yalılarını, konaklarını gördükçe imreniyoruz, biz sanatçılar. Dolayısıyla geçmişe kaçmak, günümüzün bu stresli, betonarme kötü İstanbul’undan bir kaçmak istiyoruz. Aslında kaçabildiğimiz tek şey de hayallerimiz oluyor. İstanbul’da Bir Kış Sabahı adlı beste de tamamı hicaz makamından oluşan bir eser. Hicaz makamını piyano ile çalmak zor ama yine de deney olarak piyanoda hicaz makamında bir eserdir.
İlgi çeken eserlerinizden biri nefesli enstrümanlardan oluşan “Alevi Dedeler Rakı Masasında” bestesi konusunda neler söylemek istersiniz?
Fazıl Say: Bu eserin adı bana bir Alevi dedesinin anlattığı ilginç bir hikayeden yola çıkar. Burada beş tane dede, her biri de bir enstrümanı temsil ediyor benim eserimde. Beş nefesli enstrümandan oluşuyor. Enteresan bir tartışmanın geçtiği bir eserdir.
Yeni projeleriniz var mı?
Fazıl Say: Tabii… Benim hayatım son 20-25 yıldır yılda 100’den fazla konser vererek, pek çok eser yazarak devam ediyor. Üzerinde çalıştığım opera olacak 2019 yılı için. Pek çok yeni beste var, senfonik eserler de bunun içinde. Evet projeler devam ediyor.